9 Temmuz 2016 Cumartesi




BANA  “SUS”  
DİYENLERE CEVABIMDIR:






2011in Nisan ayında sevgili eşim ile birlikte “aliya” yapıp İsrail’e göç ettim. Zor olacağını biliyordum ama bu kadarını tahmin edememiştim. Tabii bunda evdeki hesapların çarşıya uymamasının da rolü büyüktür.
2014 Temmuz ayında İsrail Gazze ile kapıştı. İsrail karadan, havadan, Gazze’ye Allah ne verdiyse girişti.  Gazze’den de İsrail’e her gün yüzlerce roket atılmaktaydı. Alarmlar çalıyor, bizler sığınaklara kaçıyorduk.  Demir Kubbe (İsrail Savunma Sistemi) üstümüze gelen roketleri havada avlıyor, bizler de bunu canlı canlı izliyorduk. Müthiş günlerdi. Film gibiydi.
Türk görsel ve yazılı basınında savaş ile ilgili haberler çarpıtılıyor, değiştiriliyor ve yalanlar halka yutturuluyordu. Kahroluyordum. Yazmaya başladım. “Böyle yazmışlar, öyle değil, doğrusu budur” diye yaşadıklarımı birebir yazıyor ve Türkiye’deki yakınlarıma gönderiyordum. Bu yazılar insanların ilgisini çekmeye başladı. İletilerim elden ele geziyordu. Her akşam yazıyordum.
Ağustos ayında savaş nihayet sona erdi. Yazdıklarımı okuyanlar  “hadi yine yaz, neler oluyor?” diye beni yazmaya teşvik ediyorlardı.  Ben de yazıyordum.
Derken guruplar ile tanıştım. Blog kurdum. Artık haftalık yazıyordum.  Yazılarımı sosyal medyaya da taşıdım. Güncel olaylar hakkında düşündüklerimi yazmaya başladım. İsrail Türkiye ilişkileri, çok yakından tanıdığım Türk Yahudi Cemaati hakkında yazdıklarım daha geniş okuyucu kitlesi ile tanışmamı sağladı. Yazılarım hayatımın çok önemli bir kısmını teşkil etmeye başlamıştı. Ve bir gün birileri bana “sus” deyiverdi… Hem de Türk Yahudi cemaatinden birileri…
“Neden?” diye sorduğumda “ortalığı karıştırma, bak Türkiye’de Yahudiler için güzel şeyler olmağa başladı, Ortaköy’de hanuka mumu yaktık; Edirne’de sinagog açıldı filan, sus işte, suları bulandırma”  dediler.
Trakya olaylarından sonra Yahudiler sustu. Konuşmadılar. Başlarından geçenleri anlatmadılar. Belki utandıklarından. Çünkü tecavüzler filan da olmuştu. Belki korktular. Bu yağmaları, kötülükleri yapanlar daha da kötü şeyler yapabilirlerdi. Belki koruma içgüdüleri yüzünden. Kim bilir? Sustular. Neredeyse unutulmuştu. Bilenler çok azdı.
Varlık Vergisi için de Türk Yahudileri,  “paralarımızı, varlıklarımızı aldılar ama canımızı kurtardılar, bizi Almanlara vermediler” diyorlardı.  Hatta 500ncü yıl vakfı çalışmaları sırasında varlık vergisini savunan Yahudiler bile olmadı mı? “Boş verin bunları, unutun, oldubitti, gömün tarihe bitsin gitsin”. Varlık vergisinin Almanlarla bir ilgisi olmadığı yüz kere yazıldı çizildi. Ama okuyan kim?
Hele 20 sınıf ihtiyat askerleri. Laz vente klasas… Çok az biliniyordu. Neydi bu olay, neyin nesiydi… ,
6-7 Eylül pogromu. En çok bilinen olay bu. Ama genç kuşak bunu da çok az biliyor.
Türkiye Cumhuriyeti ilan edildiğinde 90 bin kişi olan Türk Yahudi Cemaati bugün 17 bin kişiye indi. Hala da azalmaya devam ediyor. Bir tarih bitiyor. Biz bu tarihe şahitlik edenlerin görevinin yaşadıklarımızı bizden sonraki nesillere iletmek olduğunu düşünüyorum. En azından benim çocuklarım, torunlarım bütün bu olanları bilecek.

Rıfat Bali yazdı. Ayşe Hür yazdı. Işıl Demirel yazdı. Haluk Karabatak yazdı. Faik Ökte yazdı. Zülfü Livaneli yazdı. Daha niceleri yazdı. Hala da yazıyorlar. Yalnız dün değil bugün de yazıyorlar. Avlaremoz… Yazıyor işte. Hadi ona da “sus” desenize… Allah hepsinden razı olsun. Onların sayesinde öğrendik ve öğreniyoruz. Hepinizin yazan ellerinizden öperim.
Bizim üstümüze düşen bu öğrendiklerimizi aktarmaktır. Paylaşmaktır. Özellikle gençlerimize bu tarihi unutturmamaktır. En azından benim amacım bu. Ne kadar biliyorsam ve ne kadar öğrenebilirsem hepsini paylaşıyorum ve paylaşmaya devam edeceğim.
“Oraya (İsrail’e) gidince hemen vıdı vıdı etmeye başladın, burada iken niye yazmıyordun?” diyenler de oldu. Yazmıyordum. Neden mi?
Ben Türkiye’de iken hiçbir şey yazmıyordum ki. Hatta yazabildiğimi bile bilmiyordum. Yazabileceğimi, insanların da bunları okuyup beğenebilecekleri hiç aklımdan bile geçmezdi. Yazıyor olsaydım yazar mıydım? Belki bu kadar rahat değil ama yazardım. Fakat şunu kesin söyleyeyim. Ben yazı yazmaya başladıktan sonra doğru yazabilmek için çok daha fazla okumaya başladım. Artık çok daha fazla inceleme ve araştırma yapıyordum. Belki çok değil ama muhakkak ki şimdi daha çok şey biliyorum. Bu günkü bildiklerimi Türkiye’de iken de bilseydim kesin paylaşırdım. Bundan kimsenin şüphesi olmasın.  
Yani yazar mıydım? Evet yazardım…
Eğer, benim ve benim gibilerin yazdıklarından Türkiye’deki huzurumuz bozulmasın” diye korktuğunuz için rahatsız oluyorsanız siz boş yere korkmayın. Yazdıklarımızdan biz yazanlar sorumluyuz. Okumayın. İstiyorsanız silin iletileri, hatta adresleri bile silin… (Ama şunu hatırlatayım ki silmeniz bir işe yaramaz, hard disklerde izleri muhakkak kalır, en iyisi bu yazıların bulaştığı bilgisayarları bile denize atın, kurtulun.) Hiç kimse okumasa da bu yazılanlar kalacak. Birileri bir gün bulur okur. Bu da yazanlara yeter…
Türkiye Yahudi Cemaati; şunu unutmayın; 500 seneden beri yaşadığımız bu topraklarda özellikle son yüzyılda hiçbir zaman eşit vatandaş olamadık, olamayız da… Boş yere yalakalık yapmayın, sevgi dilenmeyin. Bu iş iftarlarla miftarlarla olmaz. Askere gitseniz de, Allah korusun şehit olsanız da, vergi verseniz de, hatta dininizi değiştirip Müslüman olsanız da asla eşit vatandaş olamazsınız. Olsanız olsanız en fazla “dönme” olursunuz…
“Sus mu?”  Ne susması be abi, daha yeni başladık…
Her hafta yazdıklarımı okuyarak, olumlu ya da olumsuz yorumlar yaparak beni cesaretlendiren herkesten Allah razı olsun. Sağ olun sağlıklı olun. Teşekkür ederim. Yüreğinize sağlık.
Bu hafta yazacaklarım bu kadar.
Sevgiyle kalın, hoşça kalın…

Aaron Baruch (Ankaralı)