BANA “SUS”
DİYENLERE CEVABIMDIR:
2011in Nisan ayında sevgili eşim ile
birlikte “aliya” yapıp İsrail’e göç ettim. Zor olacağını biliyordum ama bu
kadarını tahmin edememiştim. Tabii bunda evdeki hesapların çarşıya uymamasının
da rolü büyüktür.
2014 Temmuz ayında İsrail Gazze ile kapıştı.
İsrail karadan, havadan, Gazze’ye Allah ne verdiyse girişti. Gazze’den de İsrail’e her gün yüzlerce roket
atılmaktaydı. Alarmlar çalıyor, bizler sığınaklara kaçıyorduk. Demir Kubbe (İsrail Savunma Sistemi) üstümüze
gelen roketleri havada avlıyor, bizler de bunu canlı canlı izliyorduk. Müthiş
günlerdi. Film gibiydi.
Türk görsel ve yazılı basınında savaş ile
ilgili haberler çarpıtılıyor, değiştiriliyor ve yalanlar halka yutturuluyordu.
Kahroluyordum. Yazmaya başladım. “Böyle yazmışlar, öyle değil, doğrusu budur”
diye yaşadıklarımı birebir yazıyor ve Türkiye’deki yakınlarıma gönderiyordum. Bu
yazılar insanların ilgisini çekmeye başladı. İletilerim elden ele geziyordu. Her
akşam yazıyordum.
Ağustos ayında savaş nihayet sona erdi. Yazdıklarımı
okuyanlar “hadi yine yaz, neler oluyor?” diye beni yazmaya teşvik
ediyorlardı. Ben de yazıyordum.
Derken guruplar ile tanıştım. Blog
kurdum. Artık haftalık yazıyordum. Yazılarımı
sosyal medyaya da taşıdım. Güncel olaylar hakkında düşündüklerimi yazmaya
başladım. İsrail Türkiye ilişkileri, çok yakından tanıdığım Türk Yahudi Cemaati
hakkında yazdıklarım daha geniş okuyucu kitlesi ile tanışmamı sağladı. Yazılarım
hayatımın çok önemli bir kısmını teşkil etmeye başlamıştı. Ve bir gün birileri
bana “sus” deyiverdi… Hem de Türk Yahudi cemaatinden birileri…
“Neden?” diye sorduğumda “ortalığı karıştırma,
bak Türkiye’de Yahudiler için güzel şeyler olmağa başladı, Ortaköy’de hanuka
mumu yaktık; Edirne’de sinagog açıldı filan, sus işte, suları bulandırma” dediler.
Trakya olaylarından sonra Yahudiler
sustu. Konuşmadılar. Başlarından geçenleri anlatmadılar. Belki utandıklarından.
Çünkü tecavüzler filan da olmuştu. Belki korktular. Bu yağmaları, kötülükleri
yapanlar daha da kötü şeyler yapabilirlerdi. Belki koruma içgüdüleri yüzünden.
Kim bilir? Sustular. Neredeyse unutulmuştu. Bilenler çok azdı.
Varlık Vergisi için de Türk Yahudileri, “paralarımızı, varlıklarımızı aldılar ama
canımızı kurtardılar, bizi Almanlara vermediler” diyorlardı. Hatta 500ncü yıl vakfı çalışmaları sırasında varlık
vergisini savunan Yahudiler bile olmadı mı? “Boş verin bunları, unutun, oldubitti,
gömün tarihe bitsin gitsin”. Varlık vergisinin Almanlarla bir ilgisi
olmadığı yüz kere yazıldı çizildi. Ama okuyan kim?
Hele 20 sınıf ihtiyat askerleri. Laz
vente klasas… Çok az biliniyordu. Neydi bu olay, neyin nesiydi… ,
6-7 Eylül pogromu. En çok bilinen olay
bu. Ama genç kuşak bunu da çok az biliyor.
Türkiye Cumhuriyeti ilan edildiğinde 90
bin kişi olan Türk Yahudi Cemaati bugün 17 bin kişiye indi. Hala da azalmaya
devam ediyor. Bir tarih bitiyor. Biz bu tarihe şahitlik edenlerin görevinin
yaşadıklarımızı bizden sonraki nesillere iletmek olduğunu düşünüyorum. En
azından benim çocuklarım, torunlarım bütün bu olanları bilecek.
Rıfat Bali yazdı. Ayşe Hür yazdı. Işıl
Demirel yazdı. Haluk Karabatak yazdı. Faik Ökte yazdı. Zülfü Livaneli yazdı. Daha
niceleri yazdı. Hala da yazıyorlar. Yalnız dün değil bugün de yazıyorlar. Avlaremoz…
Yazıyor işte. Hadi ona da “sus” desenize… Allah hepsinden razı olsun.
Onların sayesinde öğrendik ve öğreniyoruz. Hepinizin yazan ellerinizden öperim.
Bizim üstümüze düşen bu öğrendiklerimizi aktarmaktır.
Paylaşmaktır. Özellikle gençlerimize bu tarihi unutturmamaktır. En azından
benim amacım bu. Ne kadar biliyorsam ve ne kadar öğrenebilirsem hepsini
paylaşıyorum ve paylaşmaya devam edeceğim.
“Oraya (İsrail’e) gidince hemen vıdı vıdı
etmeye başladın, burada iken niye yazmıyordun?” diyenler de oldu. Yazmıyordum. Neden mi?
Ben Türkiye’de iken hiçbir şey
yazmıyordum ki. Hatta yazabildiğimi bile bilmiyordum. Yazabileceğimi,
insanların da bunları okuyup beğenebilecekleri hiç aklımdan bile geçmezdi. Yazıyor
olsaydım yazar mıydım? Belki bu kadar rahat değil ama yazardım. Fakat şunu
kesin söyleyeyim. Ben yazı yazmaya başladıktan sonra doğru yazabilmek için çok daha
fazla okumaya başladım. Artık çok daha fazla inceleme ve araştırma yapıyordum. Belki
çok değil ama muhakkak ki şimdi daha çok şey biliyorum. Bu günkü bildiklerimi Türkiye’de
iken de bilseydim kesin paylaşırdım. Bundan kimsenin şüphesi olmasın.
Yani yazar mıydım? Evet yazardım…
Eğer, benim ve benim gibilerin
yazdıklarından “Türkiye’deki huzurumuz bozulmasın” diye
korktuğunuz için rahatsız oluyorsanız siz boş yere korkmayın. Yazdıklarımızdan biz
yazanlar sorumluyuz. Okumayın. İstiyorsanız silin iletileri, hatta adresleri
bile silin… (Ama şunu hatırlatayım ki silmeniz bir işe yaramaz, hard disklerde
izleri muhakkak kalır, en iyisi bu yazıların bulaştığı bilgisayarları bile denize
atın, kurtulun.) Hiç kimse okumasa da bu yazılanlar kalacak. Birileri bir gün
bulur okur. Bu da yazanlara yeter…
Türkiye Yahudi Cemaati; şunu unutmayın;
500 seneden beri yaşadığımız bu topraklarda özellikle son yüzyılda hiçbir zaman
eşit vatandaş olamadık, olamayız da… Boş yere yalakalık yapmayın, sevgi
dilenmeyin. Bu iş iftarlarla miftarlarla olmaz. Askere gitseniz de, Allah
korusun şehit olsanız da, vergi verseniz de, hatta dininizi değiştirip Müslüman
olsanız da asla eşit vatandaş olamazsınız. Olsanız olsanız en fazla “dönme”
olursunuz…
“Sus mu?” Ne
susması be abi, daha yeni başladık…
Her hafta yazdıklarımı okuyarak, olumlu
ya da olumsuz yorumlar yaparak beni cesaretlendiren herkesten Allah razı olsun.
Sağ olun sağlıklı olun. Teşekkür ederim. Yüreğinize sağlık.
Bu hafta yazacaklarım bu kadar.
Sevgiyle kalın, hoşça kalın…
Aaron Baruch (Ankaralı)